ÖNSÖZ
Aklın alamayacağı bir cehennem ortamının görüntülerini izliyoruz yedi yıldır. Kardeşin kardeşe kırdırıldığı bir ortamda “işlenmiş belleklerimizle” medeniyet havzalarının kör şiddete teslim edildiği, yığınlarca aktör ve faktörün birbirine geçtiği bir sürece üzülüyor, kanıyor, acıyor ama yıllara yayılan “tarihin en uzun cenaze töreni”nde film kareleri gözümüzden kaybolduğu anda gömülüyoruz kendi koltuklarımıza.
Sokağa çıkan herkesin vurulduğu, yerlerin kana bulandığı, cenazelerin elden ele taşındığı, geride kalanların hayatlarını riske atarak sokaklardan ceset topladığı tarifi zor cehennemde, keskin nişancılara hedef olmadan sokak ortasında yatan cesetleri urgan veya telle içeri çekmeye çalıştıkları sahneler bir kâbustan fırlamış gibi adeta bu cenaze töreninde.
Baştanbaşa ceset kokan, yüreklerin yangın evine döndüğü, sürgün yemiş evlatların parçalanmış cesetleriyle tüm yaşamları iki fotoğraf karesine mahkûm edilen annelerin feryatlarının arşı yırttığı, merhametin beşiklerde yakıldığı; işgalin ve yağmanın girdabında; garbın aç kurtlarına şarkın yusuflarını kurban eden; mazlumun ahının, zalimin günahının resmedildiği; kalburcuların her karışını zulüm tarlasına çevirdiği; bölgenin üstü kapanmış yaralarının hunharca açıldığı, atılan her adımın nefret figürüne dönüştüğü, gerçeklerle birlikte toplumsal dokunun da katledildiği; katilin hâkim, maktulun mahkûm olduğu; insanlığın göz yumduğu, kulak tıkadığı, adalet ve merhametin parçalandığı, “sözcüklerin hâlâ bir anlamı var mı?” dedirten bir cenaze töreni bu.
Bu töreni; her zaman olduğu gibi Kur’ani ve Muhammed’i hakikatler içerisinde resmetmeye çalıştığım elinizde duran bu ikinci “roman” çalışması; aslında ilk romanım olan ‘Diriliş’in devamı niteliğinde bir çalışma oldu. Rahman nasip ederse “roman”sal tüm çalışmaları bu çizgi üzerinde yürütme gayreti içinde olacağım.
Uzun süren bir kaynak araştırması, konuya ilişkin objektif verilere ulaşmak, birebir görüşmeler ile anlatılan muhacir hikâyeleri ile yazık ki halen kanamaya devam eden bu yaranın kahramanları olarak aldığım insanları örnek alarak kurguladığım kahramanlar; aslında hepimizin yanı başında yaşamaya başlayan ve birçoğumuzun gözlerimizi, kulaklarımızı, hatta vicdanlarımızı kapatarak sağır kalmayı tercih ederek hikâyelerini umursamadığımız Suriyeli kardeşlerimizin genel dramını resmetmeye çalıştım. Hikâyenin belirli bir bölümü benim kurgusal yetimle yola çıksa da olayların gelişim sürecinin temelinde yazık ki yaşanmışlıklar, aldanmışlıklar ve dile getirilmemiş adanmışlıklar söz konusu.
Yaklaşık 9 yıldır süren bu vahşetten direkt veya dolaylı olarak etkilenerek evini, yerini, yurdunu, ocağını sadece canını ve ırzını kurtarmak amacıyla terkeden muhacir kardeşlerimizin maruz kaldıkları bu trajediyi, herhangi bir ideolojiye bulaşmadan, hiçbir siyasi argüman kullanmadan, mümkün mertebe objektif bir dille; bu konuda ortaya konan özellikle yabancı kaynaklı muhabir ve gazetecilerin ortaya koydukları yazı, video, görsel ve röportajları baz alıp;“insanı insana emanet eden” ilahi nizam içinde işleyerek; bu din-i mübin’in tek önderi olan Hz Muhammed Mustafa(sav) ‘nın ortaya koyduğu “kardeşlik” modeli içinde bir çöl şehri olan Medine’den “medeniyet” inşasının gerçekleşebileceğini ve insan eliyle yaratılan gecelere güneş olabileceği hakikatini nakşetmeye ve niyetler halis olduğu taktirde de Rahman’ın rahmetinin nasıl harekete geçebileceğini dillendirme gayretinde oldum. Ancak okunan her satırda, izlenen her videoda, ortaya konan her röportajda; nerdeyse iki milyarlık İslam Âlemi’nin seyirci kaldığı bu dramda şahit olan her bir vicdanın, gören her gözün, işiten her kulağın mutlak sorumlu olacağı ve hesabını vereceği bilinciyle, “sığınma ihtiyacı hisseden muhacirlerin” emin olması gereken müslümandan kaçıp gayr-i müslimlere sığınma çabasının beni ne kadar acıttığını belirtmeden geçemeyeceğim.
Bu çalışmanın okuyan herkese özellikle Suriye döngüsünün anlaşılması açısından bir faydasının olması en büyük dileğimdir. Bir hiç uğruna, geçmişte yaşanan kargaşa, ölüm ve acıların intikamının alınması adına ortaya atılan fitne ve fesat tohumlarına çanak tutarak; her karışının barut koktuğu, hemen her evin mutlak kanadığı, ağıtların arşa ulaştığı kadim bir coğrafyanın nasıl tarumar edildiğini anlama zorunluluğuyla birlikte çamurdan yaratılmışın esfeliyet çukurunda nasıl debelendiğinin en bariz örneğidir bugünkü Suriye Coğrafyası.
Bu kitaptaki her şey, noktasından virgülüne kadar hem dünyada hem ahirette hesabı sorulma ve verilme makamındadır. Esas hesap sorucu olarak ise Allah yeter. O’nun sevgisi ve merhameti sonsuzdur. O’na sığındım, O’na güvendim. Kusursuzluğun sadece Rahman’a ait olacağı gerçeğinin farkındalığıyla yoğun bir çalışma temposu altında ortaya koyduğum bu çalışmanın beraberinde getirdiği beşerî eksiklik, aksaklık ve yanlışlıklar; affınıza ve anlayışınıza muhtaçtır.
Çalışmamız; mü’min yüreklerde iyilikle, hayırla anılsın. Dinlerini hurafelere boğmuş zihinlere aydınlık ve ışık saçsın. Dinlerinden ümidini kesmiş zihinlerde ise yeniden uyanışa, canlanışa, böyle bir dine mensup olmakla gurur duymaya vesile olsun. İnsanın insana emanet edildiği ve her insanın mutlaka yine insanla imtihan edildiği ilahi gerçeği tüm beyinlerde yankı bulsun.
Gayret bizden, tevfik ise her niyet, hal, iş ve oluşa şahit olan, her türlü noksanlıktan münezzeh Yüceler Yücesi Rabbimizdendir.
6 Mart 2011 ‘de başlayıp günümüze kadar devam eden ve yazık
ki görüldüğü kadarıyla hala uzun yıllar sürecek bu cenaze
töreni; (2019 sonu itibariyle),
14 bin 597 si çocuk ve 9 bin 106 sının kadın
Toplamda 470 bin kişinin ölümü,
2,3 milyon kişinin yaralanması,
11 milyon insanın göçü, 9850 si çocuk olmak üzere 132 bin 997 kişinin kaybolmasına sahne oldu ve toplam maliyeti şimdilik 285 milyar dolar.
(Kaynak; BM’nin 2254 sayılı Suriye kararı)