ÖNSÖZ
Son yıllarda, değişen ve küçülen dünyada, bir taraftan İslam’ın yaygınlaşması, diğer taraftan toplumlara İslamofobinin empoze edilmesi, farklı ideoloji ve menfaatlere sahip grupların İslam’ı temsili hedef edinmesi ve akademik düzeyde yapılan İslam araştırmaları neticesinde Müslüman toplumların normları, bütün dünyanın ilgi odağı haline gelmiştir. Şüphesiz ki, bu normlar arasında en tartışma yaratanlar, müslüman kadının toplumdaki yerine dair olanlardır.
Her ne kadar müslüman yazar ve araştırmacılar bunu farklı bir şekilde sunmaya çalışsa da, günümüzün İslam dünyasında kadının hak ve sorumlulukları meselesi ciddi bir problem teşkil etmektedir.
Objektif bir gözle baktığımızda, Kur’an’da hakları açık ayetlerle güvenceye alınmış kadın, toplumda ciddi sorunlar yaşamakta ve haklarının çoğu yok sayılmaktadır. Bir tarafta modern hayatın yükü altında ezilen, aile hayatının getireceği sorumluluklardan kaçtığı için fıtrattan uzaklaşan kadınlar, diğer tarafta hayatları sömürülmüş, inandığı değerler uğruna susturulmuş ve biyolojik fonksiyonların ötesinde toplumda herhangi bir fonksiyon bahşedilmeyen varlıklar haline getirilmiştir.
Bunun nedenini sorguladığımızda da, bu sorunların çoğunun toplum ve aile kaynaklı olduğunu görüyoruz. Toplumun çekirdeği mahiyetinde olan aile, içinde barındırdığı tüm değerleri yeni nesle aktardığı gibi, taşıdığı sorunları ve yanlışları da aynı şekilde aksettirmektedir.
Toplumda ciddi erozyonlara sebep olabilen bu sorun ve yanlışların çoğunun, maalesef din kökenli olduğu da varsayılmaktadır. Toplumu ayakta tutan en büyük manevi değerlerin kaynağı olan din, inanan ferdin zihninde uyandırdığı bağlayıcılık ve teslimiyet nedeniyle, aynı zamanda dünyanın en bağlayıcı hukuk sisteminin temelini de oluşturmaktadır. Bu nedenle de dinin gereği olarak lanse edilen ve tüm insanlığı kapsadığı iddia edilen bir hukuk sisteminin gerçekten en mükemmel hukuk sistemi olması lazımdır.
Hukuk alanının en önemli konusunu teşkil eden aile hukuku, Müslüman toplumlarda, dini anlamda mezheplerin görüşleri doğrultusunda teşekkül etmiştir.
Bu çalışmada insanın ve kadının yaratılışından başlayarak Kur'an ayetleri ışığında kadının hukuki durumu, evlilik hükümleri ve kadının evlilikte taraf olarak hak ve sorumlulukları günümüzde din diye lanse edilen değerler irdelenerek ele alınmıştır.
Kur'an'da yer alan evlilik ve kadınla ilgili hükümler, modern hukuk normlarından bile daha ideal bir sistem inşa etmektedir. Kadın, bilinenin tersine, özgür irade sahibidir, evlilikte taraftır ve hem şahsi, hem mali hakları da çok önemli kurallarla tamamen güvence altına alınmıştır.
Geleneksel İslam Hukuku’nda kadın ve evlilik konusu başlı başına bir araştırma ve inceleme konusudur. Günümüzde geçerliliğini hâlen koruyan İslam mezheplerinin görüşleri doğrultusunda, evlilik hukuku, kadının hukukî durumu ve bu durumun evlilik hukukundaki yansımalarını bu çalışmada ayrıca Kur’an ayetleri ışığında inceleme fırsatımız olacaktır.
Zira geleneksel İslam Hukuku’nun görüşleri çalışmanın ilerleyen bölümlerinden de görüleceği üzere , Kur'an ayetlerinden ve Allah Resulü’nün uygulamasınden epey farklılık arz etmesi günümüzde hem kadının cinsel bir obje olarak görülmesine sebep teşkil etmekte, hem kadını ataerkil bir toplum yapısının altında adeta doğurduğu erkeğin kölesi kılmakta hem de bu yönüyle İslam düşmanlarına adeta çanak tutmaktadır.
Kur’an tabiri ile din-ül gayyüme (hayat dini ) olarak lanse edilen İslam'a yaftalanan bazı uygulamaların kaynağının, Kur'an ve Sünnet olmayıp, mezhepler doktrinine nüfuz eden yabancı hukuk ve kültürler olduğunu hep birlikte müşahade edeceğimiz bu çalışmada özellikle çocukların evlendirilmesi, veli ve yetkileri, kadının evlilik akdindeki iradesi(zliği),gibi çok tartışmalı konuların, Kur'an'daki açık hükümlere rağmen, mezheplerce farklı yorumlanması, Kur'an'a aykırı bir hukuk sisteminin teşekkülünü mümkün kıldığını irdeleyeceğiz.
İslam coğrafyasında geçerliliğini hâlen koruyan bu sistem, her ne kadar çağdaş İslam hukukçularının görüşleriyle onarılmaya çalışıldıysa da, aslında İslam'ın hedeflediği mükemmel birey ve mükemmel toplum öğretisinin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir.
İlerleyen bölümlerde fıkıh mezheplerinin teşekkül ettiği coğrafya, toplumlar ve dönemde önemli bir yere sahip olan ve dünya düşünce ve hukuk tarihindeki etkisi günümüzde de hâlâ devam eden Yunan ve Roma Hukukunda kadın ve evlilik konusu araştırılmıştır. Zira Yunan Hukuku ve felsefesi, hem Roma Hukukunun, hem dünya felsefesinin önemli bir kaynağını teşkil etmiştir. Roma Hukuku ise, tüm batı hukuk sistemlerindeki nüfuzuyla etkisini hâlâ sürdürmektedir. Çalışmanın bu bölümünde yer alan incelemelerde görüleceği üzere, Yunan ve Roma'daki kadının konumu ve evlilikle ilgili hükümler bize hiç yabancı gelmeyecektir.
Medeniyetler arası etkileşim, hem bilim, hem kültür, hem de hukuk alanında kaçınılmazdır. Mezheplerin doğduğu coğrafya ve zaman diliminde geçerli olan kültür ve hukuk anlayışları, yaşadıkları toplumların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan âlimlerin düşüncelerini de ister istemez etkilemiştir. Bu etkileşimin gerçekleştiği zaman ve yer hakkında önemli çalışmalar da yapılmıştır, fakat oryantalist akımın anlayışından kurtulamayan bu çalışmaların çoğu, objektif bir referans teşkil etmekten uzaktır.
Kur'an'ın öngördüğü evrensel normlar, mezhepler hukukunun normları, Yunan ve Roma Hukukunun normlarının da zaman zaman karşılaştırıldığı bu çalışmamın tüm sahfalarında değerlendirdiğim bu hükümleri bu şekilde karşılaştırmamdaki amaç, Kur'an'ın kadın ve evlilik konusunda koymuş olduğu normların tartışılmaz üstünlüğünü göstermekle beraber, mezhepler hukukundaki bazı normların Kur'an'dan çok, Yunan ve Roma Hukuku hükümleriyle benzerlik arz ettiklerini gözler önüne sererek, İslam hukukuna yaftalanan bazı uygulamaların kaynağının Kur’an değil, İslam düşüncesine nüfuz eden yabancı düşünce sistemlerinin olduğunu ispatlamaktır.
Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olma yönünden, akıl, bilgi, kültür yönünden eşit olsa da, kadın erkekten daha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert, duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yönden farklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha fazla iken, kadında yağ daha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez. Kadın daha duygusal, erkek daha az duygusal, kadın daha çok acır, sevgi hayatında daha önemli bir yer kapsar, erkekte ise daha azdır. Erkek daha güçlü kaslıdır, kadın daha az güçlü ve kaslıdır. Her iki cinsin de üstün ve eksik yönleri vardır. Akılda, düşüncede her iki cinsi de eşittir ve birbirlerini geçebilirler. Bu durum erkeğin üstünlüğünü veya kadının zayıflığını göstermez. Aksine bu durum her iki cinsin ayrı yaratılış özelliklerinin doğal sonucudur. Bunu kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız. İslam, kadın-erkek eşitliğini değil, kadın erkek adaletini savunur. Eşitlik, adalet demek değildir.
Günümüzde kadın konusu ele alınırken düşülen tuzaklarda biri de, kadına erkek eşitliği iddiasıdır. Birbirinden aynı anda farklı olan iki şey, o anda birbiriyle eşit olamaz. Ne kadın erkeğin, ne de erkek kadının eşitidir. Birbiriyle aynı olmayan iki şeyi birbiriyle eşitlemek, elmalarla armutları toplamak gibidir. Kadın ile erkek birbirinin eşiti değil, karşılıklı üstün olan ve olmayan taraflarıyla, toplumda, hayatın bütününde ve ailede vazife, sorumluluk, yetki ve haklar açısından birbirini tamamlayan yanlarıyla, iki parça gibi birbirine geçmelerle bir bütünü meydana getiren iki parçadır. Bu bakımdan, önemli olan, eşitlik değil, her iki cinse de, fizyolojisinin, psikolojik yapısının, aile ve toplum bütünlüğü içindeki işbölümünün gerektirdiği sorumluluğu vermektir. Gerçek eşitlik, meseleye böyle yaklaşmadadır. Diğer tür bir yaklaşım ise eşitlik değil, aynılıktır; bu da, adalet, hele kadına iyilik veya ona değer verme değil, zulümdür.
Dolayısıyla, ne kadının hak ve sorumlulukları bütünüyle erkeğinkinin aynısıdır, ne de, erkeğinki kadınınkinin aynısıdır. Çünkü kadının hakları erkeğinkiler ile aynı olsaydı, bu durumda kadın, erkeğin kopyası olurdu. İslam’da kadının eşsiz ve diğer sistemlerde hiç benzerliği olmayan bir konumu vardır. İslam, din görünümlü bazı batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin tohumu olarak görmez.
Kur’an-ı Kerim, erkeğe kadının egemen bir efendisi ve kadını da, erkeğin egemenliğine teslim olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir varlık olarak da yer vermez. Kadının içinde ruhu olup olmadığı sorusu hiçbir zaman ne İslam’da ve ne de Müslümanlar arasında tartışılmış bir mesele değildir. İslam’da kadının eşsiz, yeni ve diğer sistemlerde olmayan bir konumu vardır.
Günümüzün demokratik toplumları bile, bu konuda İslam’dan çok geridir. Bu toplumlarda kadının o kadar imrenilecek bir konumu yoktur. O, hayatını kazanmak için çok sıkı çalışmak zorunda kalmakta ve bazen erkekle aynı işi yaptığı halde, maaşı ondan daha az olabilmektedir. Belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu, daha çok arzularını tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının, selim aklın, insanlığın değişmez edebi değerlerinin ve herhangi semavi bir dinin kabul edebileceği tarzda bir özgürlük değildir.
Ayrıca kadın, demokratik toplumlarda bugünkü bulunduğu konuma gelebilmek için on yıllarca, hatta asırlarca çaba sarf etmiştir. Öğrenme, çalışma ve kazanma haklarını elde edebilmek için acılı kurbanlar vermek ve en tabii haklarının, hatta gördüğü ve görmesi gereken hürmetin birçoğundan vaz geçmek zorunda kalmıştır. Konumunu ruh sahibi bir insan durumuna getirmek için çok ağır bedel ödemiştir.
Tüm bu pahalı kurbanlara ve acılı çabalara rağmen onun, Müslüman kadının sahip bulunduğu kadınlığa yakışır haklara sahip olduğu söylenemez.
Sonuç olarak, “İslam, cinsiyetler arasında çatışmayı değil; adalet, merhamet, sevgi, uyum ve tamamlayıcılığı esas almıştır. Buna göre kadın ve erkek arasında mutlak üstünlük iddiası her iki tarafın yaratılış özellikleri ile bağdaşmamaktadır. Üstünlük cinsiyette değil, sahip olunan değerlerde aranmalıdır. İslam, bu konudaki adaletsizliği ortadan kaldırmak için gerekli düzenlemeleri yapmış, kadına hak ettiği konumu ve saygınlığı kazandırmıştır. Tarihi süreçte kadın aleyhine oluşan birtakım olumsuzluklar dinin maksat ve hedefleri dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeli, İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerinde bu konudaki çalışmalara ağırlık verilmelidir.”
Bu çalışmanın hedefi, toplumun anası olan Kadın’ın Allah’ın kelamı ışığında toplumda hak ettiği yere gelmesini sağlamak; Kur’an’ın evlilikle ilgili hükümleri ışığında, bilhassa evlilik hukukunda kadının statüsünü ortaya çıkarıp, bu hükümlerin günümüzde de uygulanabilirliğini ve bağlayıcılığını tespit ettikten sonra, gerçekten İslam’ın kadın konusunda koyduğu eşsiz adil normları farklı bir açıdan incelemek ve bu normların en modern hukuk sisteminden bile daha ideal olduğunu ortaya çıkarıp, günümüz müslüman toplumlarındaki sorunların İslam ve Kur’an’dan değil, tam tersi bunlardan uzaklaşılıp anlaşılmamasından kaynaklandığını ortaya çıkarmaktır.
Çalışmanın her bir harfinin Rahman’ın kullarına hitabı olan Kur’an gözlüğü ile müşahade edilmesi okuyucularımdan en önemli ricamdır. Çalışma bazında ortaya çıkabilecek her türlü kusur şahsıma aittir. Zira kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur!
Gayret bizden tevfik ise Allah’tandır !
Selam, dua ve muhabbetle…
Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU