Kısa süre içinde yeniden yayına açılacak olan sitemizde 1.000 TL ve üzeri kargo ücretsizdir. Kısa süre içinde yeniden yayına açılacak olan sitemizde 1.000 TL ve üzeri kargo ücretsizdir. Kısa süre içinde yeniden yayına açılacak olan sitemizde 1.000 TL ve üzeri kargo ücretsizdir. Kısa süre içinde yeniden yayına açılacak olan sitemizde 1.000 TL ve üzeri kargo ücretsizdir.

NEDEN BU KADAR ÇOK?

Tarih: 12.07.2024 12:45
NEDEN BU KADAR ÇOK?
NEDEN BU KADAR ÇOK?

Sevdiklerinin düşüncelerine değer veren insan, Rabbinin hayat önerilerine de kulak vermelidir. İnsan, yüce aklın ışığında aydınlanmak için Rabbinin kelamını (konuşmalarını) duymalıdır.

Ülkemizde neden bu kadar çok meal var sorusuna gelmeden önce sıklıkla gelen bazı sorulara cevap verip asıl konuya geçelim istiyorum.

Kur’an-ı Kerim’i nasıl okumalıyız?
Allah kelamı (İlahi Kitap) olduğu inancı ile

Zira Allah’ın sözleri, bizi muhatap alması, bizimle konuşmasıdır. Kuluna sunduğu bir hayat önerisi, kendi aklına davetidir.

Farklı değer yargılarını düşünen, sorgulayan, araştıran ve yüzleşen insan, Yaratıcı ’sının değer yargılarını da merak etmelidir. Sevdiklerinin düşüncelerine değer veren insan, Rabbinin hayat önerilerine de kulak vermelidir. İnsan, yüce aklın ışığında aydınlanmak için Rabbinin kelamını (konuşmalarını) duymalıdır.

Bu Kitap,Yaratan   tarafından gönderilmiştir. Onu okuyan, Allah ile konuşmuş gibi olur. Kur’anYaratanı ile konuşma imkanını bize veren ve içinde sadece Allah’a ait cümlelerin yer   aldığı bir kitaptır.

Kuran okuyacağın zaman, hemen o kovulmuş şeytana karşı Allah’a sığın. (Nahl 98)

Allah’asığınarak

İstiaze “euzu” kelimesiyle başlayan ve her zaman besmeleden önce söylediğimiz cümledir. (Eûzu billâhi mine’ş şeytan i’rracîm - Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım)

İstiaze, Allah’ın -insan aklı değmemiş- sözlerinin konacağı zihni, şeytani gürültülerden ve yanlış fısıltılardan arındırarak sükûnetle okumaya hazırlayan, düşünsel bir sığınmadır.

Oku   yaratan   Rabbin adına... (Alak 1)

Rahman, Rahim Allah adına... (Fatiha 1)

Allah’ın adı ile

Her işe başlarken “Bismillahirrahmanirrahim- Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” ile başlamak, İslam kültürünün bir parçası olmuştur. Besmele Allah’ın beğenisine uygun olarak yaşamanın ilanıdır. O halde Kur’an-ı Kerim’i okurken Allah’ın adı ile başlamak “kimin” kitabını okuduğumuz bilincinin telkinidir.

Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kutsal İlahi kelamda her şeyi açıkladık ki; insanlar onun mesajı üzerinde iyice düşünsünler ve akıl iz’an sahipleri ondan ders alsınlar. (Sad 29)

Anlama niyeti ile

Her kitap anlamak için okunmalıdır. Anlaşılmadan okunan bir kitap işlevi olmayan bir metindir. Hayata herhangi bir katkısı olamaz. Hiçbir şeyi boş ve anlamsız yere yaratmayan Allah’ın bize sunduğu bu kitap, bir anlam arayışı içinde okunmalıdır.

Onu, bir Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye kısımlara ayırıp ağır ağır indirdik. (İsra 106)Ağır ağır, duyarak Kur’an oku. (Müzemmil 4)
Tertil(akıl-dil-kalp iş birliği) ile

Tertil;düşüne düşüne, sindirerek, acele etmeden, usulüne uygun, anlayarak, akıl ve kalp süzgecinden geçirerek içselleştirmek ve zihinsel özümseme ile kitabın özünü benliğe katma eylemidir. Tıpkı bir besinin insan vücuduna, hücrelere, ardından yaşamın canlılığına katılması gibi…

Allah, var olan her şeyin ötesindeki yüceler yücesidir; mutlak ve nihai egemenlik sahibi, mutlak ve nihai gerçektir; dolayısıyla, Kuran’ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında görüş bildirmekte tezlik gösterme; fakat daima Ey Rabbim, benim ilmimi artır! de.

Aceleci yaklaşımlardan uzak durarak

Söz konusu ayetlerde geçen Hz. Peygamber (s.a.v)’e hitaben “Kur’an’ı okurken acele etme!” uyarısını, muhatap biz olduğumuzda, “Kur’an’ı anlamaya çalışırken aceleci yaklaşımlarda bulunma!” şeklinde anlayabiliriz. Kur’an’ın tek tek ayetlerinden veya ifadelerinden aceleyle sonuçlar çıkarmaya çalışmak kişiyi hatalı yaklaşımlara götürebilir.

Kur’anayrıntılara takılmaksızın, bütüncül bir bakış ile okunması halinde daha doğru anlaşılabilir. Kur’an’ın bütününü içine alan kapsamlı bir öz vardır. O özü kavramadan ayrıntılara takılmak, ayrıntıların anlamsızca büyümesine ve asıl gerçeği göremememize yol açabilir.

Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle an; ve gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün belli vakitlerinde yine Rabbinin kudret ve yüceliğini an ki hoşnutluğa, esenliğe erişesin.” (Ta-ha 130)

Devamlılık içinde

Hayatve onun getirdikleri, ihtiyaçlar, hak ve ödevler, acılar ve sevinçler ve bütün bunların sürekliliği, hayat kitabı olan Kur’an’ın mümkün olduğunca devamlılık gözetilerek okunmasını gerekli kılar. İnsan, yaşamın hızından veya sıradanlığından dolayı öğütleri unutabilir. Hatta bu unutkanlık onu duyarsızlaştırıp doğrulardan uzaklaştırabilir. İşte bu noktada bir hatırlatıcıya ihtiyaç vardır.

Kur’an, başka hatırlatıcının varlığına ihtiyaç duyurmayan bir zikir (öğüt) kitabıdır.

Sen, üstün bir hayat tarzına sahipsin (Kalem 4)

Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz. Hem de İlahi Kelam’ı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz   mısınız? (Bakara 44)

Hayata yansıtmaya çalışarak

Kur’an “yap” ya da “yapma” ları ile hayatı şekillendiren bir kitaptır. Gönüllü olarak Allah’ın hayatlarına karışmasını isteyenler için bir hayat programıdır. Kitabı ilk olarak kendine hayat programı kabul eden Hz. Resul’ün nasıl yaşadığı sorulduğunda Hz. Ayşe’nin verdiği cevap, “SizKur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı”(Müslim) olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşları da öğrendiklerini en kısa sürede hayata dönüştürür ve böylece öğrenmeye devam ederlerdi.

Gerçek şu ki, insan ziyandadır; Meğer ki, iman edip doğru ve yararlı işler yapanlardan olsun ve birbirine hakkı tavsiye edenlerden, birbirine sabrı tavsiye edenlerden... (Asr)

Belki içinizden iyi ve yararlı olana davet eden, doğru olanı emreden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk çıkar: Nihai kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlar olacaktır. (Ali İmran 104)

Paylaşarak

Hayattarzı edinmiş olduğu kitabın kendi hayatı üzerindeki olumlu etkilerini gören kişinin bu güzelliği yaygınlaştırmak istemesi, insanların hayatlarına müdahale etmek şeklinde değil, salt bir paylaşma arzusuyla olmalıdır.

De ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? Yalnızca akıl iz’an sahipleri bunun farkındadır! (Zümer 9)

Bilgilenerek

Herilim dalının kendine ait bir   terminolojisi, daha iyi anlaşılmasını sağlayacak anahtar kelimeleri, şifresi sayılabilecek terimleri vardır. Kitabın   indiği çağın koşulları, surelerin iniş nedenleri gibi Kitap’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak konularda bilgilenmek, kişiye anlam kapılarını daha fazla aralayacaktır.

Ey Peygamber! Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisini, yahut yarısını,yahut üçte birini namaz için uyanık geçirdiğini bilir. Gecenin ve gündüzün ölçüsünü koyan Allah, sizin onu küçümsemeyeceğinizi bilir ve bu sebeple O rahmetiyle size yaklaşır. O halde Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun.Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lütfunu aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda savaşa çıkanlar olacağını bilir.Öyleyse ondan yalnızca kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun, namazınızda devamlı ve dikkatli olun ve karşılıksız harcamada bulunun ve böylece Allah’a güzel bir borç verin çünkü kendi adınıza güzel ne iş yaparsanız karşılığını aynen Allah katında görürsünüz; evet, daha iyi ve daha zengin bir ödül olarak. Ve daima Allah’ın bağışlayıcılığını arayın. Kuşkusuz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (Müzemmil 20)

Kendi şartlarına uygun okuma yöntemi geliştirerek

Herinsanın farklı okuma şekilleri, kendine özgü olarak geliştirdiği okuma yöntemleri vardır. Önemli olan kişinin okuma eylemini ciddiye almasıdır. İnsanların hayat şartlarının farklılığı, Kitap’ı okumaya ayıracağı zamanları da farklı kılar. İnsan Kur’an’ı kendi okuyabildiği kadarıyla ve uygun olan zamanlarında okumayı prensip haline getirebilir.

Bakın, Bize düşen doğru yolu göstermektir; ve hem öteki dünya hem de hayatınızın bu ilk bölümü üzerindeki hakimiyet bize aittir (Leyl 12-13)

Peki Kur’an-ı Kerim’i nasıl anlamalıyız?

Bir hayat önerisidir…

İnsan bir dünya görüşüne sahip olmak istediğinde hayat onu birçok seçenekle karşılar. Bilgi kaynağı ilahi olan Kitap, doğru bir dünya görüşü ve iyi bir hayat tarzı sunmak için insanı ilk sırada beklemektedir.

İnsan doğruyu eğriden ayırt etmek için bir yol göstericiye ihtiyaç duyar. Allah insanın aklının ve yüreğinin elinden tutarak ona yol göstermiştir. Bu ilahi metin bütün cümleleriyle merhametin, sevgi ve şefkatinin yansımasıdır. Nasıl bir yol izlerse onun için iyi olacağı konusunda kararsız bir bekleyişe düşen insana, el değmemiş bir gök müjdesidir.

O, herhangi bir kitap değildir. İnsana yaraşan bir dünya görüşü sunan ve elçisinin örnekliğiyle, farklı yerlerde ve farklı zamanlarda yaşayan bütün insanlara yol gösteren bir kitaptır.

O, canlı söylemleri olan bir kitaptır. Satırlarında yürüyen insanın göğsüne, kendi ilahi soluğundan verir. Gökyüzünün henüz alınmamış nefesler dolusu maviyi barındırması gibi, bu kitap da anlaşıldığı zaman hayatı kuşatacak çözüm önerilerini barındırır. Hem hayatın bütününü kuşatan kurallarıyla hayatı ibadete dönüştürür hem de özel ibadetler içinde okunarak ibadetleri hayat kılar. Hayatı olduğu gibi kabullenen fakat onun sıradanlığını ibadet neşesiyle yükselten bir kitaptır   Kur’an.

Gerçek şu ki, Biz Ademoğullarını üstün ve onurlu kıldık; karada ve denizde onların ulaşımını sağladık; temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk. (İsra 70)

Sizleri yeryüzüne varis kılan O’dur. (Fatır 39)

Üstün değeri insandır

Kur’an-ı Kerim odak noktası insan olan ve insanı muhatap alan bir kitaptır. Kur’an bir sorumluluk bilinci kitabıdır ve insan da sorumluluk alabilecek düzeyde yani; özgür bir irade ile yaratılmış en değerli tek varlıktır. Allah, insana özgür iradesi ile en doğru seçimi yapabilmesi için bu Kitap’ı göndererek, kendinden en üste: mayasındaki ilahi zirveye çıkabilmesi için yol göstermek istemiştir. Sorumluluk duygusunu derinleştiren insan, Rabbinin yardımıyla bilincini de yükseltecek ve böylece varlık amacını tamamlamış olarak yeniden O’na dönecektir.

Bütün bunlarda hedeflenen şey; şimdisinde ve sonsuz geleceğinde insanı mutlu olarak görmektir. Çünkü Yüce Yaratıcının mürüvveti; insanın mutluluğudur.

Kitap; söz konusu kapsamlı mutluluğun gerçekleşebilmesi için, ilk adım olarak insanın can, mal, soy(nesil),akıl ve din(yaşam) güvenliği ve sağlığını koruyan kuralları düzenler.

Yanı sıra insanın kendisiyle, yaradanıyla, toplumla ve bütünüyle evrenle olan ilişkilerini konu edinir. Hem insan doğasına hem de doğasında var olan en yüksek olgunluğa uygun, içi şefkat yüklü bir dizi kuralı insanın seçimine sunarak, onun Hak’la ve halkla ilişkilerinde tutarlı en iyi evren temsilcisi olarak yaşamını sürdürmesini sağlar.

Bu İlahi Kelam, bütün alemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. (Sad 87)

Mesajı evrenseldir

İlahi Hakikat’in ilk yerel tecrübesi her ne kadar Arabistan’ın Hicaz bölgesinde yaşandı ise de, getirdiği mesaj tüm insanlığı kapsadığından evrenseldir.
İlahi Hakikat, doğal olarak ilk seslendiği çağ ve bölgenin dili, anlayışı ve kültürüne hitap ederek ortaya çıkmıştır. Hakikat hepimizindir ve dünyanın neresinde ve hangi çağda olursa olsun hiçbir insanın yabancısı değildir. Bizler zaman ve mekân farklılıklarını aşmak için kavrama çabası gösterdikçe, hakikatin evrenselliğini keşfederiz. Yapılması gereken, mesajın bütün evrene, hemen her insana ait olabilecek ferahlıktaki özünü, yerel yapısından sıyırıp almaya ve kendi evreninde hangi anlama karşılık geldiğini bulmaya çalışmaktır.

Bunun için zihinde gerçekleştirilecek ilk pratik, tarihsel bir empatidir. Bu tarihsel empatiyi, ayetlerin indiği ortam ve şartlar hakkında bilgiler edinmekle başlatabiliriz. Sonra kendi ortam ve şartlarımızda ayetlerin bize ne demek istediği üzerinde düşünebiliriz. Bu süreçte kitabımızın kendi hayatımıza inişine tanık olabilir ve bu inişte doğal olarak kendi olaylarımızın kahramanları oluruz. Böylece Kitap bize her okuyuşumuzda farklı şeyler söyleyerek defalarca inmeye devam eder.

Kitap,belli bir dönemin ve o dönemin özel şartlarının dışına çıkan, çağlar üstü ilkeleri olan bir kitaptır. Her dönemin taşıdığı şartlara göre, özünden etkilenmiş yeni bir örf ve yeni gelenekler armağan eder insanlığa. Böylelikle geleceği oluşturmada öncülük yapar.

De ki: Bütün insanlar ve görünmeyen varlıklar bu Kuran’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelselerdi ve birbirlerine bu konuda destek olmak için ellerinden gelen her şeyi yapsalardı, yine de onun benzerini ortaya koyamazlardı! Çünkü, gerçekten de Biz bu Kur’an’da her konuyu insanlığın yararı için değişik açılardan örneklerle açıklamış bulunuyoruz! Hal böyleyken, yine de insanların çoğu inkarcı bir tavırdan başkasını benimsemekten inatla kaçınmaktadır. (İsra 88-89)

Bilinen kitapların dışında kendine özgü bir kitaptır

Kur’an-ı Kerim’in konu dizimine bakıldığında diğer eserlerde gözetilen sistemli konu dizimine rastlanmaz. Konular sıra dışı ve kendine özgü bir dizilişle aniden insanın karşısına çıkarlar.

Tıpkı hayat gibi…

Hayatbünyesinde genel olarak düzenli bir akışı barındırıyor olsa da, ani olaylarla insanın karşısına çıkar. İnsan kendisini ona hazır hissetmese de, o insanın karşısına çıkmaya hazırdır. Tıpkı Kitap’ın birbirinden farklı konularının aniden karşımıza çıkması gibi…

Konular hayatın konularıdır ve kitabın başından sonuna kadar dağılmış bir halde ele alınmıştır. Doğumdan ölüme uzanan çeşitlilikler gibi, aynı anda birden çok konunun işlendiği görülür. Kitap’ta her an her konunun işleniyor olması hayatta da her an her şeyin olabileceği gerçeğini andırır.
Bu mesaj bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir. Doğru yolda yürümek isteyen her biriniz için. (Tekvir 27-28)

Herkese hitap eden bir kitaptır

Kur’an-ı Kerim farklı kavrayış seviyelerindeki insanlara kapasiteleri oranında hitap eden, her seviyede kavranabilen bir kitaptır. Anlamlarıyla her insanı göğe yükselten bir miraç gibidir. İnsana bir gök yolculuğu yaşatır ve asla ilk basamağa geri teslim etmez. Hep daha üstün kavrayışlara, anlamlara çıkarır insanı…

Belli bir kesime değil, bütün insanlığa seslenen bir kitaptır. Sadece din adamlarına veya belli bir cinse ve belli bir ırka seslenmez. Aklı olan ve doğruyu bulmak isteyen herkesi muhatap alır. Herkese, her kesime hitap eder.

Geçmişte   vahyedilenlerden bugüne ulaşan doğru haberleri tasdik eden bu İlahi Kelam’ı sana safha safha indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti. (Ali İmran 3)

Nasıl ortaya çıktığı belirsiz bir kitap değildir

Kur’an, insanlığın yaratılışından bu yana sayfa sayfa gönderilen bütün ilahi gerçeklerin son ve mükemmel halidir. Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i gönderen Allah katından gelme, geçmiş vahiy kitaplarındaki doğruları yeniden dirilten ve onları yanlışlarından ayırarak İlahi hakikati bildiren bir kitaptır. İçerik olarak da türedi değildir. Çok önceden beri var olan, köklü ve tek değişmez gerçeği, “Tek Allah İnancı” nı ilan eder.

Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşeftim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak belirledim. (Maide 3)

Son kitaptır

İlk gerçeklerden bu yana bütün gerçekleri içinde saklayarak koruyan bir kitaptır. Ondan başka, ondan daha tamama ermiş bir kitap daha inmeyecektir. Onun son kitap olması, bir başka kitabın inmeyeceği anlamına gelir.Fakat bu durum, onun içinden her çağa hitap edebilecek yeni hayat önerileri çıkacağı gerçeği ile çelişmez.

Söz’ün sahibi Allah’tır.

Bu İlahi Kelam’ın indirilişigüç ve hikmet sahibi olan Allah’tandır. (Zümer 1)

En doğru habere inanmalı. Hakikati ortaya koyan Allah’ın bu mesajlarını sana aktarıyoruz.

Eğer Allah’ın bu ibret dolu mesajlarına değilse başka hangi habere inanacaklar? (Casiye 6)

Şimdi de ülkemizde “neden bu kadar çok meal var” konusuna geçelim.

Kanaatimce Türkiyede "meal" kavramı yanlış kullanılmaktadır.

Örneğin çoğu kitaplarda şöyle yazdığını görüyoruz:

“Kur anı Kerim ve Yüce Meali."

Bu aslında şu demektir;

"Kur an-ı Kerim ve benim ona getirdiğim yüce yorum."

Burada meal metninin esas metin olduğu veya onu yorumsuz yansıttığı yanılsaması vardır. Çünkü "Önce metni yorumsuz olarak verip ardından dipnotta kendi yorumunu katmak" gibi bir anlayış yaygınlaşmıştır.

Oysa bu yanlıştır.

Çünkü bizzat meal zaten "yorumlanmış olan" demektir. Sonra dipnotta neden böyle yorumladığınızın savunmasını yapar, gerekçelerinizi gösterirsiniz.

Demek ki "meal" kelimesini yaşayan Türkçede kullanıldığı şekilde kullanmak gerekiyor. Örneğin bir Türkiyeli kahvede konuşurken "Filanın konuşmasını dinledim veya yazısını okudum, mealen şöyle diyordu..." der.

İşte "meal" tam da budur.

Çünkü her meal bir yorumdur.

Dahası, önceki çağlarda ortaya çıkmış bir durumu (burada metni) meydan okuyucu bir dinamizmle sürdürmek için, tarihin gerisinde kalmama çabası demek olan içtihat ile aynı kategoride değerlendiririz.

Şu halde yaşanmış tarih geride kaldığı, elimizde ancak o yaşanmış tarihi yönlendiren metinler kaldığı için metinde geçmeyeni, metinle birlikte bugüne gelemeyeni anlamak isteriz.

İşte meal tam da burada lâzımdır.

Oysa çeviri (tercüme) için böyle bir şeye gerek yoktur.

Çeviri için bir eski çağ metnini filolojik titizlik içinde tercüme etmeniz yeterlidir. Çünkü nasıl olsa günümüz için bir anlamı yoktur. Onun sadece dil olarak ne dediğini aktarmak ve kendi etkin tarihi içinde anlayıp orada öylece bırakmak yeterlidir.

Demek ki Kur’an’a meal verirken zihnî bir performans ortaya koymanız ve ister istemez kendinizi anlamın içine katmanız kaçınılmazdır. Bu durumda "Yorum katmadan veriyorum" sözü bir kast-ı mahsusa mı yoksa okuyanı aldatma olarak mı görülmelidir?

Çünkü bir dilden başka bir dile, hele de bir çağdan başka bir çağa aktarma yapmanın bizzat kendisi zaten yorumdur.

Örneğin bir meal hazırlayıcısı zevç veya zevce kelimesine koca, eş, karı, hanım, hatun vs. sözcüklerinden birini seçmesiyle zaten yorumlamada bulunmaktadır. Yani zevceyi hanıma, karıya, eşe vs. yormaktadır. Bunu yaptığı anda da aslında ken­disinin kadına bakışını, çevirdiği metne yansıtmış olmaktadır.

Yani kendini anlama katmaktadır.

Şu halde "yorumsuz yazdım" nasıl denebilir?

Keza her insan kendi çağının çocuğudur.

Kendi çağ, iklim, dil, tarih, coğrafya ve kültür evreninden âdeta süt emerek büyür. Bu durum onu kendi çağının çocu­ğu yapar. Böylece eski bir çağın göğsünden süt emerek oluşmuş bir metin, kendi çağının süt kardeşliğiyle olgunlaşmış bir zihinde anlam bulur.
İşte çeviri, meal, tefsir vs. hepsi de değişik oranlarda bu zihindeki yankılanmayı ifade eder.

Demek ki metni yorumsuz yani yankılanmasız vermek diye bir şey olamaz. Bila­kis yorumda isabet etmek diye bir şey söz konusu olabilir. Zihniyet dünyanızdaki yankılanma ile bir şeyi bir şeye yormuş olursunuz.

Yani bir dili bir dile, bir çağı bir çağa, bir iklimi, tarihi ve kültür evrenini diğerine "getirerek" yormuş olursunuz. Zaten her halükârda yorum yapıyorsunuz da acaba isabet ettiniz mi etmediniz mi, asıl önemli olan budur.

Kuran meali çalışmasıyla biz aslında şunu yapmış oluyoruz:

Yedinci yüzyıl Sami/Arap dil, tarih ve kültür evreni ortamında ortaya çıkmış bir metni, 21. yüzyıl Türk dil, tarih ve kültür evreni ortamına getirmiş oluyoruz. Zaten ele aldığımız asıl metin (Kuran) de Allah'ın katından yedinci yüzyıl Sami/Arap dil, tarih ve kültür evrenine bir indirgemeydi. Bu da insan algılamasının haricinde olan bir şeyi, insan zekâsının kavrayabileceği bir şekle sokma fonksiyonuydu.

Allah bunun için bir öksüzün vicdanını ve onun yaşadığı ortamı "okuma" yeri olarak seçti ve onunla yirmi üç yıl boyunca "yürüdü". İşte bu yürüyüşle beraber gerçekleşen okumanın metinlerine Kur’an (okunanlardan toplanan) diyoruz ve şu an biz bu metni o ortamdan alıyor bu ortama getiriyoruz.
Dikkat ediniz! O ortamda ortaya çıkan "metni" buraya getiriyoruz. Bu metni ortaya çıkaran arka plan ise tüm aktörleriyle birlikte orada kalıyor, çünkü hepsi tarih oldu. Dolayısıyla elde sadece metin var. Metni ortaya çıkaran arka plânın buralara gelmesi ise artık tümüyle imkânsızdır.

Demek ki sadece metni içinde doğduğu çağın (ortamın) göğsünden sökercesine alıp buralara getirmek pek bir anlam ifade etmemektedir. Ortam oralarda kaldığı için de artık metinde geçmeyeni duyabilme ve bunun için de kendini anlama katma (meal) kaçınılmaz olmaktadır. Bunun tek istisnası bir zaman makinesine binip o günkü çağa (ortama) gitmektir. Bu ise artık imkân­sızdır, çünkü tarih geriye doğru işlemez.

İşte bu nedenle nuzül ortamından uzaklaştıkça;

"Allah ne dedi?" den öte, "Ne demek istedi?"

"Neydi ki böyle dedi?"

"Niçin böyle dedi?"

"Hangi sorunu çözmek için böyle dedi?"

"Sorun neydi ki?"

"Bugün aynı sorun yaşanıyor mu?" "Bugün için ne anlam ifade ediyor?" vb. sorular kaçınılmaz olmaktadır.

Çünkü Allah’ın ne dediği apaçık ortadadır ve orada öylece durmaktadır. Dolayısıyla bu soruların muhtemel cevapları metne değil "anlama" katılmak veya yorumlamak (meal vermek) dediğimiz şeydir.

Düz çeviri ise sadece "Allah ne dedi?" sorusuna bulabildiğin karşılığı; yan tarafına yazmaktan ibarettir. Bu manada her meal çeviriyi de içine alır, ama her çeviri meali içine almaz, alamaz.

Demek ki çeviri karşılık bulmaya yetecek yüzeysel yorumken meal anlam bulmaya, hatta anlama katılmaya yarayacak derinlemesine yorumdur. Burada anlama katılmak veya kendini anlama katmak dediğimiz şey metni orijinal metin olmaktan çıkaracak bir şey değildir. Zira metin "orada öylece" durmaktadır.  Müevvil yani meal verici, metnin kendi zihnindeki yankılanmalarını metne yorum şeklinde geri göndermektedir. Böylece metin ile yorumcu (müevvil) arasında interaktif bir ilişki oluşmakta, her ikisi birden bir dil ve kültür ortamında birlikte yürümektedirler. Bu, metni değil yorumcunun kendisini yeniden inşası anlamına gelmektedir. Yorumcu metni kendini açan bir dış uyarıcı, uyandırıcı olarak kullanmaktadır. Yorumcu kendini metne değil anlama katmakla metin tarafından yönlendirilmiş, yeniden inşa edilmiş olmaktadır. Ancak yorumcu bunu metinle kendi kendine diyaloga girerek yapmaktadır. Eğer yorumcu bunu yapmazsa metin orada öylece durmaya devam edecektir...
 
Yükleniyor...