Hemen herşeyin tekelleşmeye yüz tuttuğu günümüzde yaratılan algı “bilginin hakimiyeti” üzerine kurulu. Eskiye nazaran artık bilgiye ulaşmak çok kolay olsa da “bilginin kendisi” değil; elde edilen bu bilginin insanlığa ne sunduğu, bu bilgiden ne üretildiğinin ön plana çıktığı bu süreç de, doğal olarak “bilim” kavramını ön plana çıkarıyor.
“Kalplerin kendi elinde” olduğunu belirten İlahi yazılım, aynı zamanda “sevgi ve aşk” gibi duyguların da birer rızık olduğunu fısıldar. Yani, kalplere yerleştirilen sevgi de o sevginin karşılık bulup bulmaması da başlı başına bir rızıktır.
Artık terazimizin bir kefesinde iddialarımız var, öbür kefesinde gündeliklerimiz. İlkini “görünür olma, beğenilme, takdir toplama” hevesiyle seslendiriyor, ikinciyi ise yaşıyoruz. Ama ilki dilimizin insafını, ikincisi ise hayatımızın hakikatini acıtıyor.
Başımızı dizlerimizin arasına, elimizi vicdanımıza koyarak, gözümüzü gönlümüze döndürerek konuşmak lazım ki, hiçbirimizin aslında “Akif yetiştirmek” gibi ne bir hevesi ne de bir gayreti var! Zira Akif yetiştirebilmek için önce aslında Farsça olan ve bizdeki anlamı “hazine” olan ‘genç’ kavramının farkına varmak, yani elimizdeki hammaddeyi fark etmek lazım.
Evet; değerlerimiz, dinamiklerimiz, olmazlarımız, bizi besleyen ruh köklerimiz tarihe karışıyor ama yazık ki tarihten de ders al(a)mıyoruz. Zira ne köklerimizi anımsayıp dünyada hiçbir coğrafyaya nasip olmayan o müthiş birikimden beslenebiliyor ne bugüne bir pırıltı yayabiliyor ne de geleceğe dair içimizi ısıtabilecek bir ümit ışığı yakabiliyoruz.