KAVRAMLARINIZA RUH VERİN
Gerçek hayat dininde besmele “yürüyen sevgi ve merhamet” olmaktır. Sevgi ile yaklaşmayı, merhametle muameleyi ete kemiğe büründürmektir. Demirden kalpleri asıl bu açar! Ölmüşleri asıl bu diriltir! Körler bununla görür, sağırlar bununla duyar. Sevgi ve merhamet insana yaşadığını hissettirir. “O yokken meğer hiç yaşamamışım” dersiniz.
Kur’an-ı Kerim’de Tövbe suresi hariç tüm ayetlerin başında zikredilen “Besmele” kavramına bakalım bugün ve bu kavramı alıp günümüze endeksleyerek onu “ölü” bir lafız olmaktan ziyade “diri” hale getirelim.
Başta Diyanet Kurumu olmak üzere yazık ki tüm islami oluşumların ısrarla yaptığı gibi, İslam gibi kendini “hayat dini”, “hayatın atardamarlarında akan bir din” olarak tanıtan bir oluşumu tapınak ve kuru bir ritüel dini olmaktan kurtararak bu tespitimizle de yaşantımızın tam içine alalım.
“Bismillahirrahmanirrahim” yani birçok müfessirin de tesbiti ile; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile”… “Besmele nedir ne değildir” bu konuya ayrıca girmeyeceğim. Bu konuyu geçmiş dönemlerde yazılı ve sesli olarak izah etmiştim.
İslami ritüelleri incelediğinizde bu dine müntesip olanların geçmiş yaşantılarında ve inançların da edindikleri bilgi, alışkanlık ve tüm ritüellerini de birlikte getirdiklerini çok bariz bir şekilde görüyorsunuz kaynaklarda. Özellikle Şaman inancının bugün İslam dini üzerindeki ritüelsel etkilerini görmemek için kör olmak lazım sanırım.
Tapınaklardan gecelere, büyü ve fal kavramlarından türbelere, nazardan “kutsallık atfedilen” yerlere bez / çaput bağlanmasına kadar. Ama bu başka bir makale konusu ki inşaAllah önümüzdeki süreçte bunu ele alacağım.
Haydi şimdi Kur’an eşliğinde bir yolculuğa çıkalım:
Nahl 98 ayeti ile; “Kur’an okuyacağın zaman taşlanmış olan şeytanın şerrinden Allah’a sığın” diye emretmekte.
Yine Araf 200’ de ise Allah Azze ve Celle; “Eğer şeytan sana vesvese verirse, senin gönlüne üfürürse, senin zihnini bulandırmaya kalkarsa Allah’a sığın. O’nun vereceği her türlü vesveseden, kalbine atacağı her türlü bulanıklık ve zihnine getireceği her türlü gölgeden Allah’a sığın” buyurmaktadır.
Tabii bu hitaplar özelde Peygamber (a.s.)’a, genelde hepimizedir. Çünkü hiç birimizin kalbi ve kafası şeytanın vesvesesinden, şeytanın desisesinden, şeytanın üfürüğünden ve gölgesinden hali değildir. İstiaze; bir sığınma, bir ruh hali uyandırma operasyonudur. Yani bir bilinç inşasıdır. İnsanda bir bilinç uyandırmak için istiaze emredilmiştir.
Niçin bir bilinç uyandırmak?
Çünkü bilinçsiz olarak Allah’ın vahyine muhatap olmamız istenmemektedir. Çünkü insan Allah’ın vahyini bir inek gibi, bir kuş gibi, bir sinek gibi, bir solucan gibi değil, Allah’ın kendisine akıl nimetini ihsan ettiği bir varlık olarak şuurlu ve akıllı bir şekilde dinlemesi, algılaması istenmekte.
Onun için “euzübillahimineşşeytanirracim” bizde vahye hazırlık olması için bir bilinç uyandırma operasyonudur. Bu bilinç tamamen Allah’a teslimiyet ve her türlü yasak duygu ve düşünceye kalp ve zihnimizi kapatmak anlamına geliyor.
Bu anlamda “euzübillahimineşşeytanirracim” diyen bir insan vahyin diriltici soluğuna teslim oldum demiş oluyor. Çünkü vahiy karşısında diri bir bilinç, diri bir insan, diri bir şuur, diri bir yürek istiyor. Bunu da zaten Kur’an’da görmek mümkün.
Demek ki Allah hitabının karşısında, vahyinin karşısında ölü ruhlar istemiyor. Ölü bedenler istemiyor. Şuursuz insanlar istemiyor. Buradaki dirilik hepimizin de anlayacağı gibi fiziki bir dirilik değil, zihni, kalbi bir dirilik.
Onun için “Liyünzira men kâne hayyen” (Yasin 70) diri olan kimseyi uyarmak için. Bu nedenle Kur’an karşısında, diri bir ruh, diri bir kalp, diri bir şuur istiyor.
Enfal 24 e bakalım:
“Allah’a ve resulüne sizi çağırdıkları zaman…”
Neye çağırdıkları? Diriltmek için çağırdıkları zaman davetlerine evet deyin, icabet edin.
Demek ki Allah’ın çağrısı, Resulünün çağrısı bir diriliş çağrısıdır.
Kimlere bir diriliş çağrısı?
Elbette ki yüreğini ve zihnini diri tutanlara bir diriliş çağrısı. Bu dirilişi ebedileştirme çağrısı. Bu dirilişi ölümsüzleştirme çağrısıdır.
Onun için İstiaze; “euzübillahimineşşeytanirracim.” bir diriliştir dirilişin anahtarıdır.
Siz bu sözü söylemekle; “Ben ey Allah’ım senin hitabına diri bir yürek, diri bir bilinç ve diri bir şuurla “lebbeyk” diyorum. Buyur diyorum. Buyur ya Rabbi gönlüme hitabınla, hitabını konuk et, kelâmını konuk et ki ben senin emrine bu şekilde amade olduğumu duyurayım” diyorsunuz.
Yani istiaze bir şeyi söylemek değil, bir tavır almaktır.
Tüm bu açıklamalardan hareketle İslam adına konulan söz ve kelamların sadece kuru bir ritüel olmadığını iyi müşahade etmek lazım.
Yani dirilmek, uyanmak ve bu uyanışı hayatın her karesine almak, elde ettiği ışığı hayatına, hayatındaki varlıklara yaymak. Tıpkı suya atılan taş gibi dalga dalga büyütmek.
İşte İslam’ın asıl gayesi ve amacı bu ince çizgide yatıyor. Yoksa İslam “ismi kutsamak, ”ismin sırf kendisinde bir tılsım olduğunu vehmetmek, O ismin anlamsız tekrarlarını “zikr” sanmak falan değildir.
Bizzat yaşayacaksın! Sen yaşadıkça insanlar “şahit” olacak ve bu ışığın etrafa yayılacak…
Bu konuda gelmek istediğim nokta “besmele çekmek” olarak tabir ettiğimiz, Süleyman Çelebi’nin mevlidinde “cümle işte vacip oldur her kula” diye ifade ettiği, herhangi bir işe besmele çekerek başlamanın ne anlama geldiğidir. Bizim ona nasıl bir ruh giydireceğimizdir.
Şu rivayetleri okuyunuz:
“Besmele ile başlanmayan her önemli iş noksan kalır.” [Beyheki],
“Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, ‘bu eve girmeme imkan yok der’, dönüp gider. [Tibyan],
“Amel defterinde 700 Besmele bulunanı Allahü Teâlâ cehennemden çıkarır.” [Tergibussalat],
“Besmele ile yazı yazanın haceti kolaylaşır, Allahü Teâlâ da razı olur.” [Deylemi],
“Besmele ile işe başlayanın günahları af olur.” [İ. Rafii],
“Yemeğe Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kaldırılmadan günahları af olur.” [Taberani],
“Besmele ile yenen yemek bereketli olur.” [İbni Mace]…
Dikkat edin sayısını yüzlere kadar çıkarabileceğimiz bu rivayetlerde ismin kendisinde sihirli bir güç olduğu vehmedilerek, ismi bizzat telaffuz etmenin her şeye yeteceği, bütün kapıları açacağı, kötülükleri defedeceği, günahları silip süpüreceği sanılıyor.
İşte İslam’ı hayatın içinden çekip alan, kuru bir ritüelden müteşekkil bir din haline getiren anlayış burada yatıyor. Oysa bakın gerçek hayat dinine göre “besmele” aslında ne demek ve “her işe onunla başlamak” ne muhteşem bir şey…
Rahmân (çok seven, sevgi ile dopdolu),bunun mahlûkat üzerindeki tezahürüne de Rahîm (sevgisi taşıp yayılan, varlık üzerinde merhamete dönüşen) diyebiliriz arap lugatlarına baktığımız zaman…
Öte yandan baktığımızda bizzat Kur’an’ın Rahmân’ı “Vedud” (çok seven) olarak tefsir ettiğini görüyoruz:
“Şüphesiz benim Rabbim Vedûd ve Rahîm’dir. (Hud 90)
Besmeledeki Rahmân yerine burada “Vedûd” kullanıldığına dikkat ediniz…
Bunun böyle olduğunu şu ayetlerden de anlıyoruz:
“Sor: “Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” Cevap ver: “Sevgi ve merhameti (rahmet) kendine farz kılmış olan Allah’ındır.” (En’am 12)
“Rabbin isteseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklardır. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti (rahmet) ile bağışladığı kimse hariç; zaten onları da bunun (rahmet) için yarattı..” (Hud 119)
“Biz seni tüm insanlığa (alemlere) yalnızca sevgi ve merhamet (rahmet) için gönderdik.” (Enbiya 107)
Bu ayetlerin birincisi Yaratanın neyi temel amaç edindiğini, ikincisi insanoğlunun ne amaçla yaratıldığını, üçüncüsü de peygamberlerin ne amaçla gönderildiğini açıklıyor. Hepsinde de aynı kelime; sevgi ve merhamet (rahmeten). Allah insanı işte bu taşan tutkulu sevgiden, ilgiden, alakadan yarattığını söylüyor.
Öyle ya bütün tutkulu sevgilerden yeni bir yaratılış çıkmıyor mu? Erkeğin dişiye; dişinin erkeğe tutkusu, toprağın tohuma; tohumun toprağa tutkusu, meyvenin ağaca; ağacın meyveye tutkusu/ilgisi/alakası… Demek ki her yeni oluş ve yaratılış yeni bir ilgi ve alakanın eseri.
Öyleyse; “her işe besmele ile başlamak” yani “Rahmân ve Rahîm ismi ile başlamak” şu demek oluyor:
Her işe sevgi ve merhamet ile yaklaşmak! Çünkü sevgi her buzu eritir. Merhamet her katıyı yumuşatır. Sevginin dili her kapıyı aralar. Merhametin dili her düşmanlığı yok eder.
Kur’an der ki:
“Rahmân, iman edip iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanların (amel-i salih işleyenlerin) etraflarında bir sevgi (vudd) halesi oluşturur.” (Meryem 96)
İşte buzları eriten budur. Sert kayaları çatlatan budur. Kapanmış kapıları aralayan budur. Düşmanlıkları yok eden budur. Gönüllere giren budur. Yürekleri fetheden budur. Yoksa “isim” deki esrar ve tılsım değil…
Şimdi, o rivayetler tutun ki sahih, bir de bu açıdan tekrar düşünün ve hepsini aynı ufukla ele alın lütfen zihninizde ne uyanacak…
Örneğin:
“Eve girerken Besmele ile girilirse, şeytan, ‘bu eve girmeme imkan yok der’, dönüp gider…”
Yani: Eve girerken eşinize ve çocuklarınıza karşı sevgi ve merhamet besleyerek girerseniz o evde kötülük olmaz. Eşinize örneğin çiçek götürürseniz, ilginizi, alakanızı, sevginizi her fırsatta belli ederseniz, sevgi dolu sözlerle yaklaşırsanız, çocuklarınızla ilgili ve alakalı olur, onlara iyilik yapar, güzellikle davranır, doğrulukla hareket ederseniz ailecek sevgi yumağı haline gelirsiniz. Allah birbirinizin günlünde sevgi (vedd) oluşturur. Onlar sizi, siz de onları seversiniz. Böyle olan bir eve çirkinlik ve kötülük (şeytan) giremez ve “Bu sevgi kalesini yıkmama imkan yok” der, dönüp gider… Güneş girmeyen eve doktorun girmesi gibi, sevginin, merhametin, iyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun girmediği eve kötülük, düşmanlık, hırs, haset, kin, buğz yani şiddetli geçimsizlik girer. Şeytan o evde cirit atar.
Deneyin, sevgi ve merhamet dilinin (besmelenin) bütün kapıları açtığını göreceksiniz. Sadece evde değil bütün her yerde; işyerinde, çarşıda, pazarda, okulda, arkadaş çevresinde, siyasette, bürokraside, devlet-millet ilişkisinde velhasıl tüm insan ilişkilerinde sevgi ve merhametle yaklaşmanın bütün buzları erittiğini, katı ilişkileri yumuşattığını, kapanmış kapıları araladığını göreceksiniz. Hatta yılanı bile deliğinden çıkarttığına şahit olacaksınız.
Besmelenin ne demek olduğunu anlamak istiyorsanız işte size tefsiri:
Tatlı dil ve güler yüz yılanı bile deliğinden çıkarır! Rahmân (sevgi ile dopdolu) ve Rahîm (sevgisi varlığa yayılan/merhamete dönüşen) Allah’ın adı ile başlarım” işte bu olmak icap eder…
Evet, bunda bir tılsım (etki) var. Ama bu tılsım, sır ve efsun yani okuma, üfürme ve anlamsız tekrar değil… Bu “ölü besmele”dir. Böyle günde beş bin defa besmele çeksen ne olur? Bir kağıda yazıp, suya batırıp, okuyup üfleyip muska yapsan ne çıkar? Bilakis gerçek hayat dinindeki besmele her işe sevgi ve merhamet besleyerek, iyilik, güzellik ve doğrulukla muamele ederek, tatlı dil ve güler yüzle başlamadır. Bu da “yaşayan besmele”dir. Gerçek hayat dininde besmele “yürüyen sevgi ve merhamet” olmaktır. Sevgi ile yaklaşmayı, merhametle muameleyi ete kemiğe büründürmektir.
Demirden kalpleri asıl bu açar! Ölmüşleri asıl bu diriltir! Körler bununla görür, sağırlar bununla duyar. Sevgi ve merhamet insana yaşadığını hissettirir. “O yokken meğer hiç yaşamamışım” dersiniz.
Çünkü ondan mahrum olan ölüdür, kördür, sağırdır! Hz. İsa gibi ölmüş, bitmiş, tükenmiş kişilikleri dirilten, gözlerin ferini açan, kulakların pasını silen, ruhsuzlara can veren, dizlere derman olan, yepyeni çığırlar, bembeyaz sayfalar açan budur…
Çamurlarda sürünen bir halkı alıp yükseklere çıkaran, yepyeni bir gelecek vadeden budur… Mesel ile konuşmak adeti olan Hz. İsa’nın çamurdan kuş yapması, ölmüşleri diriltmesi, körleri, sağırları iyileştirmesi bu demekti… İsa’nın dili; işte bunun için besmelenin yani sevgi ve merhametin diliydi.
Hz. Musa gibi yürekleri sünnet eden yani kalpteki kılıfları; hırs, haset, kin, düşmanlık tortularını söken, taşlaşmış kalpleri yumuşatan, gönüllere sürur, yüreklere umut aşılayan buydu… Musa’nın dili de işte bunun için besmelenin yani sevgi ve merhametin diliydi… İşte bunun için Hz. Peygamber alemlere rahmet için yani insanlıkta sevgi ve merhameti yaymak için, besmeleyi yaşamak ve yaşatmak için gelmişti…
Kitabınızı “Kerim” bir gözle okuyun…
Sizi nasıl bir “rahmet” ile kucakladığını göreceksiniz…